Nusayrilik nedir?
Nusayriler yoğun olarak Suriye’nin Lazkiye bölgesi ve Antakya civarında olmak üzere, Irak ve Mısır gibi çok farklı bölgelerde yaşamaktadır. Nusayrilik, Arap Alevilerine verilen isim olarak bilinmektedir.
Nusayriliğin öğretileri
Nusayrilik nedir ve nasıl tanımlanmaktadır. Nusayrîlik, IX. yüzyılda Ebû Şuayb Muhammed b. Nusayr en-Nemiri (ö.270/883) tarafından kabul edilen ve bâtıni eğilimleri ağır basan, aşırılığı benimsemiş Şiî bir akım olarak bilinmektedir. Nusayrîliğin ortaya çıkış süreçleri incelendiğinde, Şiî düşünceden etkilenmiş olduğu için Şiî unsurları da içermekle beraber, İslam coğrafyasındaki bazı kültürlerden de etkilenerek bugünlere gelmiş ve bu nedenle de kendi içinde birçok farklı unsuru da barındırır hale gelmiştir (Yıldırım, 2018).
Nusayri inancına mensup olanlar Kamerîler, Haydarîler, Mütevâlîler ve Gıyâbîler gibi alt fırkalara ayrılmaktadır. (Demirel, 2019). Bu gruplar arasında inanç noktasında bazı ufak farklılıklar olsa da en temel fark, Hz. Ali’nin Güneş, Ay, Arş ve Göğün herhangi bir yerinde ve/veya hangisinde yaşadığı veya bulunduğuyla ilgili olmuştur. (Arslan, 2016).
Nusayrî inancına göre Hz. Ali zahirde imam olarak görünse de batında Tanrı olarak görülmektedir. Bu bâtıni anlayışa göre, Hz. Ali ezeli olma, günahları bağışlayabilme, sonsuzluk, yardım isteklerine cevap verebilme, tövbe edenlerin tövbelerini kabul etme ve rızık verme gibi ilahi sıfatlara sahip biri olarak görülmüştür. (Soğukoğlu, 2013).
Nusayri inanç siteminde Allan inancı, ahiret inancı, peygamber inancı, cennet ve cehennem inancı, hulul ve tenasüh inancı, ibadet anlayışı, melek ve şeytan inancı, bâb inancı, beş eytam inancı ve dini bayramlar gibi çok farklı inançsal anlayış ve ritüeller bulunmaktadır.
Nusayri inancının doğuşu her ne kadar İslami inanç sitemine dayandırılsa da Nusayri’lik inancı sonraki dönemlerde bâtini akımların etkisinde kalmış ve değişik etnik, dini ve milli kültürlerden de etkilenerek, İslami inanç sisteminden tamamıyla uzaklaşmış ve etnik yapının tamamıyla öne çıktığı, aşırı unsurları içinde ihtiva eden tekfirci bir dinsel akım ve anlayışa dönüşmüştür.
Nusayriler, kendi inançlarına yakın gördükleri veyahut kendi inançlarının içindeki bazı kişileri melek, kendi inançlarına uzak olan kişiler ile sevmedikleri kişileri de şeytan olarak tanımlamışlardır. Bu kapsamda Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Talha ve Muaviye gibi halife ve sahabeleri şeytan olarak görmüşler ve onları lanetlemeyi de ibadet olarak görmüşlerdir. Öte yandan, Hz. Ali ile onun eş ve çocuklarını da ilahi varlıklar olarak görmüşlerdir (Yıldırım, 2018).
Nusayriler, Allah olarak kabul ettikleri kişi veya varlıkların, yarattıkları varlıkların bedenine tecelli etmesi anlamına gelen hulul inancı, bâb inancı, beş eytam inancı ve insan ruhunun öldükten sonra insanların veya hayvanların bedenine iyi veya kötü bir şekilde Dünya’ya tekrar geri dönmesi olarak gördükleri tenasüh inancı gibi çok farklı inançlara inanmaktadırlar. Öte yandan, Nusayrilerin Allah inancı, peygamber inancı, iman anlayışı, ibadet anlayışı ile dini bayramlar anlayışları, İslam inancının oldukça dışında bir alana evrimleşmiştir.
Nusayri inancının temeli, batini inançların da esasını oluşturan ve Hz. Ali’nin ilah olarak görülmesi esasına dayanmaktadır. Nusayriler, Hz. Ali’yi yaratıcının tecessüm etmiş bedeni olarak görürler ve Kur’an-ı Kerim’de bulunan tüm ilahi sıfatların da ona istinaden yapıldığını iddia ederler. Hz. Ali’yi tanrının bedenleşmiş hali olarak gördükleri için onun öldürülmesi de söz konusu olmayacaktır. Nusayrilerin peygamber anlayışına göre, tanrının mahiyeti bilinmediği ve mana âleminde olduğu kabul edildiği için kendisini bildirmek üzere belli dönemlerde bazı şahıslara hulul ettiğine inanılmaktadır. Tanrı’nın hulul ettiği kişilerin sonuncusunun da Hz. Ali olduğu ve onun da mana olduğuna inanırlar. Onlara göre Hz. Ali, isim olarak Hz. Muhammed’i yaratmış, Hz. Muhammed’de “bâb” kabul edilen Selma’nı yaratmıştır (Bulut, 2011).
Nusayri inanç sistemine göre, Hz. Ali her ne kadar zahiri manada Hz. Muhammed ile görülmüş olsa da, batini anlamda tanrının bizzat kendisi olarak görülür. Nusayriler, Hz. Muhammed’i Hz. Ali’nin bir parçası gibi gördükleri için Hz. Muhammed’in yaptığı ve söylediği şeyleri de, Hz. Ali’nin sözleri ve talimatları olarak görmektedirler. Onlara göre Hz. Muhammed, geceleri Hz. Ali’den aldığı talim ve eğitimleri, gündüzleri ashabına anlatmış ve kendisine öğretilen bu öğretiler sayesinde de hayatını sürdürebilmiştir (Güngör, 2017).
Günümüz Nusayri âlimleri bu inanç sisteminin önceki dönemlerde ortaya koymuş olduğu bazı sapkın ve aşırılıkları düzeltme yoluna gitseler de, bu durum mezhep dışındaki diğer İslam’ı anlayışlar tarafından takiyye olarak değerlendirilmiştir. Nusayri inancının temelini bâtıni ve diğer radikal Şii akımlar oluşturduğu için diğer İslami akımlar tarafından galiyye ve gulat gibi kelimelerle tanımlanmışlar ve sapkın bir dini akım olarak görülmüşlerdir.
Osmanlı İmparatorluğu dönemlerinde Nusayriler çok fazla dikkate alınmamış, önemsiz bir topluluk olarak görülmüş ve devletin kaide ve kurallarına uyduğu müddetçe, rahat bir hayat sürmelerine müsaade edilmiştir. Nusayriler bir taraftan hukuki durumları tanınmayan inkârcı, imansız ve sapkınlar olarak görülmüş, diğer taraftan da Müslüman milletin bir parçası olarak değerlendirilmişlerdir. İmparatorluk dönemlerinde kendi kültürel ve dini inançlarına yaşamalarına müdahale edilmemiş, ancak ne Müslüman toplum içinde görülmüşler ne de gayrimüslim olarak nitelendirilmişlerdir. II. Abdülhamid döneminde Nusayrilerin bulunduğu bölgelere gönderilen eğiticiler sayesinde, bazılarının inançlarını düzeltmeleri sağlanmış ve bunun üzerine bölgeye cami, okul ve diğer devlet idari binalarının yapılması sağlanmıştır (Süvari, 2010).
Bu doğrultuda II. Abdülhamid döneminde, Nusayrilerin yaşadığı belgelere cami inşa edilmiş ve bu camilere imamlar atanmak suretiyle, bir tür ihya harekâtı başlatılmıştır. Bu dönemlerde de Nusayrîler diğer Şii-Bâtini topluluklar gibi ilk kez Müslüman kitleler arasında kabul edilmiş ve bu inanca mensup olanlar mecburi askeri hizmete alınmışlardır. Öte yandan, Nusayrilerin bulundukları belgelerde açılan okullar aracılığı ile onlarla Osmanlı idaresi arasında yeni bir sayfa açılmıştır. Bu doğrultu da Nusayri toplumları da devletin himayesine yaşayan toplum olmaktan çıkarak, bizzat devleti oluşturan bir unsur halini almıştır (Ürkmez ve Efe, 2010).
Osmanlı İmparatorluğu’nda Nusayrilere karşı devletin tutumu ile ulemanın tutumları arasında bariz farklılıklar görülmüştür. Ulema sınıfından olan eski kazaskerlerden Ahmet Cevdet Paşa, söz konusu topluluk için “Nusayrîyye” kavramını kullanmaktadır. Ahmet Cevdet Paşa, (Dalkıran, 2003:215)’ya göre, Nusayrilerin Şam ve Lazkiye, Trablus ile civar dağlarda yaşadığını belirtmektedir. Cevdet Paşa’ya göre Nusayriler de Bâtıniye’den bir fırka olduğu için Dürzîler gibi takiyye yapmaktadırlar. Bunlar mezhep ve inançlarını gizleyerek, Müslüman gibi gözükmeye çalışırlar. 1839 yılına kadar Osmanlılar, İmparatorluk toprakları içinde yaşayan etnik ve dini gruplara karşı oldukça hoşgörülü olmuşlardır. Nusayrilerde bu döneme kadar kendilerinden talep edilen vergileri ödediği ve devlete sadakat gösterdiği için onlara da hoşgörü gösterilmiş, ancak hâlihazırda Nusayriler imansız kişiler olarak görülmüştür. Osmanlı idarecilerinin tavrının Nusayrilere karşı muğlâk olduğu söylenebilir. Bunlar bir taraftan hukuki durumları tanınmayan inkârcı, imansız ve sapkınlar olarak görülmüş, diğer taraftan da Müslüman milletin bir parçası olarak görülmüştür (Aksoy, 2010).
Cumhuriyet döneminde ise Nusayrilerin yerel kültürleri yerine devletin resmi ideolojisi haline gelen olan şekilci Türklük kavramı üzerinden oluşturulmaya çalışılan yeni kültürel yapı ve vatandaşlık tanımlamasına uyum sağlamaları amaçlanmıştır. Bu doğrultuda, bölgeye hars eğitim merkezleri gibi kültürel değişimi önceleyen ve yerel kültürel dokuları ortadan kaldırarak tek bir ortak kültürel yapı ve anlayışta birleştirmek isteyen yeni eğitim birimleri açılmıştır (Şahingöz ve Önal, 2010).
Cumhuriyet dönemindeki Nusayrilerin kültürlerini ve farklılıklarını ortadan kaldırarak onları potada eritme politikası baskı nedeniyle o zaman başarılı görülse de, bugün itibariyle Nusayrilerin tekfirci ve çağ dışı anlayışlarını terk etmediklerini görülmektedir.
Kaynaklar;
Yıldırım S. (2018). Nusayrilik ve Nusayriliğin Teşekkül Sürecinde Hamdan El-Hasibi’nin Yeri, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Kastamonu: Kastamonu Üniversitesi.
Arslan, Hatice (2016) “Başlangıçtan Günümüze Arap Aleviliği-Nusayrilik” Mizanü’l-Hak İslami İlimler Dergisi, S:1, s. 101-111.
Soğukoğlu, Fehmi (2013) “Nusayrilik ve Tanrı Algıları” Kelam Araştırmaları Dergisi, C:11, S:1, s. 487-500.
Bulut, Halil İbrahim (2011) “Tarih, İnanç, Kültür ve Dini Ritüelleriyle Nusayrilik” Ortadoğu Yıllığı, s. 581-614.
Güngör, Özcan (2011) “Üst Kavramsallaştırma Olarak Alevilik: Akide ve İbadetler Açısından Alevilik-Nusayrilik İlişkisi” Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C:10, S:1, s. 45-69.
Süvari, Ceyhan (2010) “Yezidi ve Alevi Ortak Mitosları” CIU Folklor ve Edebiyat Dergisi, C:6, S:61, s. 179-192.
Ürkmez, Naim, Efe, Aydın (2010). “Osmanlı Arşiv Belgelerinde Nusayriler Hakkında Genel Bilgiler” Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, S:54, s. 127-134.
Aksoy, Erdal (2010) “Nusayrîlerin Sosyal Yapıları ve Cumhuriyetin İlk Yıllarında Türkiye’de Yaşayan Bu Topluluğa Devletin Yaklaşımları” Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, S:34, s. 200-212.
Şahingöz, Mehmet, Önal, Tekin (2010). “Hazırlanan Raporlara Göre Cumhuriyetin İlk Yıllarında Devletin Nusayriler Yaklaşımı” IV. Uluslararası Alevilik ve Bektaşilik Sempozyumu Bildiriler Kitabı, s. 479-790.